Tarih Sayfaları

Göktürklerin Kısa Tarihi

Gönderen BlogMan 27 Mart 2010 0 yorum


Asya Hun imparatorluğundan sonra, her bakımdan temsil ettiği Türk kültürü bakımıyla 2. büyük Türk imparatorluğu olan Gök Türk Kağanlığı, "Türk" adını ilk kez kullanan Türk devleti olmuştur. Nitekim onlardan sonradır ki Türk adı, Gök Türklerin dışındaki Türk toplulukları için de kullanılır olmuştur.
Bugün öbür Türk devlet ve topluluklarından ayırt etmek üzere Gök Türk (Kök Türk ya da Kök Türük) dediğimiz bu topluluk ve devletin adı "Türk" veya "Türük" idi. Ancak, yazıtların bir yerinde Gök Türk olarak geçer ki, "Gök'e mensup, tanrısal Türk" anlamına gelen bu kullanım V. Thomsen'e göre kağanlığın parlak dönemine işâret etmekte olmalıdır (herhalde Mùgān (Mu-kan) Kagan木杆可汗 zamânı).
Gök Türkler, Çin kaynaklarının açıkça belirttikleri üzere, Asya Hunlarından iniyorlardı. Yönetici âile olan Āshǐnà (A-shih-na) 阿史那 boyunun bir dişi kurttan türediğine ilişkin o çağda yaygın olan söylenceler Gök Türklerin erken târihini efsânelerle karıştırmaktadır. Gök Türklerin adı târihte ilk kez 542 yılında geçmektedir. 552 yılında önderleri Bumın komutasında, bağlı oldukları Ruánruán (Juan-Juan) 蠕蠕 Kağanlığı’na karşı ayaklanarak kendi devletlerini kurdular. Mùgān (Mu-kan) Kagan木杆可汗 (553-572) döneminde en güçlü dönemlerini yaşadılar; bu sırada, Bumın’ın kardeşi İstemi Yabgu (552-576) da Türkistan bölgesini ele geçirerek burada özerk bir yönetim kurmuştur. Bozkır sahasında ve Türkistan’da bulunan irili ufaklı pek çok halk ve devlet Gök Türklere bağlanırlarken Kuzey Çin’deki devletler de Gök Türk baskısı altında kaldı. Ancak devletin gücü 581 yılından îtibâren yavaş yavaş azalmaya, iç çatışmalar ise artmaya başladı; bir yandan ise, Suí 隋 Hânedânı egemenliğinde birleşen Çin yükselişe geçti. Zaman zaman güçlerini toparlayan Gök Türkler Çin’e ve Sâsânî Îrân’a zorlu anlar yaşattılarsa da Doğu Gök Türk Kağanlığı 630 yılında Çin’deki Táng (T’ang) 唐 Hânedânı tarafından yıkıldı; aynı yılda da Batı Gök Türk Kağanlığı Çin’e bağlandı. 656 yılına kadar iç karışıklar arasında Çin’e direnmeye çalışan Batı Gök Türkler, bu târihten sonra artık tamâmen Çin egemenliği altına girdiler. Nitekim son kukla Batı Gök Türk kağanı da 739 yılında Türgişler tarafından öldürüldü.
7. yüzyılın ikinci yarısında Batı Gök Türk topraklarında egemenlik fiilî olarak Türgiş güdümündeki On Ok boylarına geçmişti. Doğu Gök Türkler ise 630’dan sonra topluca Çin’in orta bölgelerine yerleştirilmişlerdi. Ancak 735’de Jiéshèshuài (Chieh-she-shuai, Nihal Atsız’ın romanında Kür Şad olarak karakterleştirdiği kişi) 結社率 adında bir Gök Türk tigininin Çin imparatorluk sarayını basmaya kalkışması ve bu uğurda ölmesi, Çinlileri korkuttu ve Gök Türklerin Orta Çin’den çıkarılarak Kuzey Çin’e yerleştirilmelerine yol açtı. En son ayaklanmaları 650’de bastırılmış olan Doğu Gök Türkler, Kuzey Çin’de 679-681 yılları arasında arka arkaya üç büyük ayaklanma çıkardılar. İlk iki ayaklanma kanlı bir biçimde bastırılmışsa da kağan soyundan gelen Kutlug’un ayaklanması başarıya ulaştı ve Kutlug, İltiriş Kagan (682-691) unvânını alarak Doğu Gök Türk Kağanlığı’nı yeniden kurdu. Bu devlet, gücünün zirvesine Kapgan Kagan (691-716) döneminde ulaştı; nitekim Gök Türkler, kağanlıkları yıkıldıktan sonra bağımsızlıklarına kavuşan ya da Çin’e bağlanan boyları yeniden egemenlikleri altına aldılar. Bilge Kagan’ın (716-734) ölümünün ardından iç karışıklara sürüklenen kağanlık, 744 yılında Uygurlar, Basmıllar ve Karluklar’dan oluşan bir koalisyon tarafından yıkıldı.
Gök Türkler, yukarıda da belirttiğimiz gibi Türk adını kullanan ilk Türk topluluğudur ve onlar sâyesinde Türk adı, Türk kavimlerinin ortak adı olmuştur. Ayrıca Gök Türkler, bugünkü bulgulara göre Avrasya’nın atlı-göçebe toplulukları arasında yazıyı ilk kullanan kavim olmuşlardır. Nitekim Türkçe’nin ilk metinleri de Gök Türkler tarafından yazılmış (Orhon [Orhun, Orkun] Anıtları gibi) ve Türkçe artık bir yazı dili hâline gelmeye başlamıştır. Bunun dışında, Gök Türkler Kırım’dan Mançurya’ya uzanan imparatorlukları ile kendilerinden önce var olan göçebe imparatorlukları da büyüklük açısından geçmişlerdir; bozkır göçebelerinin kurdukları imparatorluklar arasında büyüklük konusunda Gök Türkleri ilk ve tek geçen imparatorluk, Moğol İmparatorluğu olmuştur.

Ramazanoğulları

Gönderen BlogMan 0 yorum


RAMAZANOĞULLARI

Bu ailenin tarihte görünüşünden Osmanlılarla münasebetine kadar olan tarihleri Memluk devleti ile bağlı olduğundan bunların beyliklerine dair o kaynaklarda Osmanlı tarihleri ve daha başka bir iki eserden yararlanılarak yazılmıştır. Ramazanoğulları Adana Tarsus Sis Misis Ayas(Yumurtalık) Payas ve çevresine yerleşmiş Yüregirli bir Türkmen boyuna mensup olup Oğuzların Üçoklu kolundandır. Beyliğine ismialem olan Türkmen beyi Ramazan’ın ismine tarihte ilk defa hicri 754 miladi 1353 senesi vekayiinde tesadüf ediyoruz. O tarihte Memluk devleti valilerinden Beyboğa’nın isyanı esnasında Dulkadir Bey’i Karacanın Beyboğa ile birlikte Memluk Sultanı aleyhinde hareket etmesi üzerinde Dulkadir Beyliği Türkmen beylerinden Ramazan Bey’e verilmişti.
Ramazan Bey’den sonra Türkmen Beyi ve Adana hâkimi olarak hicri 780 miladi 1378’de Ramazan oğlu Sârımüddin İbrahim’i görüyoruz. Bu kişi Adana Sis Misis Ayas Payas taraflarını ihtiva eden Memluk Sultanlarına bağlı bir beylik kurmuştur. Ramazanoğlu Sârımüddin İbrahim Bey Memluklularla mücadele halinde bulunarak hicri 783 miladi 1381’de Sis taraflarına kadar gelmiş olan Memluk kumandanı Emir Hüsameddin Toruntay ile görüşerek ona eşlik etmiştir. İbrahim Bey hicri 785 miladi 1383’te Karamanoğluyla birleşerek Memluk hükümetine karşı tekrar ayaklandı ise de mağlup oldu ve Halep naibi Emir Yolboğa tarafından yakalanarak kardeşi Kara Mehmet’le birlikte katledildiler.
Sârımüddin İbrahim Bey’in katlinden sonra Adana valisi ve Türkmen Beyi olan kardeşi Şahabüddin Ahmet hicri 803 miladi 1400’de Timur’un Suriye’den geri dönüşünü müteakip Halep şehrini Timurlulardan geri almış ve bu olayla Memluk devletine hizmet etmiştir. Şahabüddin Ahmet 1410’da Kahire’ye gitti. Sultan Ferec’e kızını verdi. Hicri 818 miladi 1416’da vefat eden Ahmet Bey’den sonra evladı ve yeğenleri arasında 2 sene sürecek olan hükümet kavgası baş gösterdi. Memlukluların himayesiyle İbrahim Bey Adana valisi ve Türkmen Emir’i olduysa da aile arasındaki kanlı mücadeleler bitmedi. İbrahim Bey hicri 821 miladi 1418’de Memluk hükümetine ait olan Tarsus şehrini bir sene sonra da Dulkadirliler elindeki Kayseri’yi zapt için Karamanoğlu ile birlikte hareket etti. Bunlardan ilkinde başarılı oldu ise de ikincide mağlup olarak çekildi. Müttefiki Karamanoğlu Mehmet Bey de esir düştü.
Bu vakalar üzerine İbrahim Bey Adana Valiliğinden azledilip yerine oğlu Hamza Bey tayin oldu. Hamza Bey 1426 senesinde öldürülünceye kadar babası ve amcaları Ali ve Mehmet Beylerle uğraşmaya mecbur olmuştur. Babası İbrahim Bey azlinden sonra da muhalefete devam etti. Ve nihayet hicri 830 miladi 1427 yılı sonlarında Karamanoğlu tarafından yakalanarak Kahire’ye getirilip orada katledilmiş ve Ramazanoğlu Beyliği İbrahim’in kardeşi Mehmet Bey’e verilmiştir. (832 muharrem, 142? Ekim) Mehmet Bey’e karşı da diğer kardeşi Ali bin Ahmed mücadeleye kalkmış ve oda beylikte bulunmuştur. Daha sonra Ali ve Mehmet Beyler birbirine düştüklerinden Adana Tarsus ve çevresi karışıklıklara sahne olmuştur. 15. asrın son yarısında Ramazanoğlu Beyliğinde Ömer Beyle kardeşi Davut bulunmaktaydı. Davut Bey Memlukluların yardımıyla Adana Beyliğini elde edip büyük oranda sükûneti sağladı. Davut 1480 senesinde Diyarbakır taraflarındaki Akkoyunlu ve Memluk savaşlarından birinde öldürüldüğünden yerine oğlu Halil Bey 1480’den 1510 senesine kadar 30 sene Adana beyliğinde bulunmuş Osmanlı Devleti ile dostluk kurmuştur. Gerek bunun gerekse yerine geçen kardeşi Mahmud Bey’in Osmanlı dostluğu siyaseti Ramazanoğulları üzerindeki Memluklulara karşı olan rabıtayı(bağları) gevşetti. İstanbul’a kadar gelen Mahmud Bey Yavuz Sultan Selim ile beraber Mısır Seferi’nde bulunarak Adana valiliğine Pirî Mehmed (1517) ve daha sonra oğullarından Derviş Mehmet Bey 1568 ve İbrahim Bey (1569) 1586’da ise Mehmet Paşa Adana valisi oldular. Mehmed Paşa’nın Ocak 1608’de vefatı üzerine de en son vali oğlu Pir Mansur Bey’in 1608’de beylikten çekilmesi üzerine Adana doğrudan doğruya Osmanlı vilayeti sayıldı.



Trakya Üniversitesi Tarih Bölümü 1. Sınıf Ders Notlarıdır. YuSuFiSL@M tarafından sanal ortama aktarılmıştır...


Başlangıçta Elbistan ve Maraş taraflarında oturmuş olan ve Oğuzların Bozok kolundan olan Dulkadir Türkmenleri yiğitlik ve cesaretleriyle tanınmışlardır. Bunlar birçok siyasi olaydan etkilenerek 1339’da Maraş ve Elbistan taraflarında Memluk Devleti hâkimiyeti altında olarak bir beylik kurmuşlar ve daha sonra sınırlarını genişleterek Malatya ve Harput taraflarına kadar gitmişlerdir. Bu beyliğin kuruluş tarihi 14. asrın ilk yarısıdır. Dulkadirlilerin ilk hükümet reisi Zeynüddin Karaca Bey’dir. Karaca Bey aşiret reisi iken Memluk Sultanının Ermenilerle yaptığı muharebelere katılmış ve cesareti dolayısıyla Memluk kumandanlarının güvenini kazanmıştı. 1339’da Eretna Bey’in elinden Elbistan’ı alan Karaca Bey orayı kendisine merkez yapmış ve 1 sene sonra da Memluk Sultanı Melik Nâsır Mehmet tarafından kendisine Türkmenler Beyliği ve Elbistan valiliği verilmiştir. Karaca Bey bundan sonra Sis Ermenileriyle yaptığı başarılı çarpışmalar dolayısıyla ünlenerek Memluk kumandanlarının başaramadıkları işleri başardı. Bu nedenle kumandanlar Karaca Bey’i çekemediler. Bir bahane ile asi damgası vurup üzerine kuvvet gönderdilerse de Karaca Bey o kuvvetleri de yenerek Halep taraflarında epeyce yer aldı. Bu başarılardan dolayı şımardı. Ve Melik Zahir unvanıyla hükümdarlığa bile kalkıştı. (1348) Karaca Bey durumunu sağlamlaştırmak ve Memluk hükümeti tarafından gelecek darbeyi karşılamak için kendisine yardımcı arıyordu. İşte tam bu sırada Memluk Beylerinden olup isyan eden Beyboğa ile birleşti ise de Beyboğa’yı mağlup eden Memluk kuvvetlerine karşı koyamayan Karca Bey Sivas ve kayseri hükümdarı Eretna oğlu Mehmet Bey’e iltica ettiyse de Mehmet Bey Karaca’yı Memluklara teslim ettiğinden Kahire’ye gönderilip orada “bab-ı zevile’de” asıldı. (1353)
Karaca Bey’den sonra Memluk devletine itaat etmek şartıyla Elbistan valiliğine Karaca Bey’in Memluk devletine itaat etmek şartıyla Elbistan valiliğine Karaca Bey’in oğlu Halil Bey tayin edildi. Halil Bey Maraş Malatya Harput Behinsi ve Amik taraflarını alarak hudutlarını genişletti. Memluk Devleti ile de çatışmaktan çekinmedi. Hatta üzerine gönderilen iki Memluk ordusunu fena halde bozguna uğrattı. Bunun üzerine Dulkadiroğlu meselesini kesin surette halletmeye karar veren Memluk hükümetinin gönderdiği ordu Halil Beyi Harput kalesine çekilmeye mecbur etti. Halil Bey’in bu başarısızlığının sebebi Memlukların Dulkadir ailesi arasına giren fitne fesattır. Memluk Devleti bu durumdan yararlanarak Dulkadir ailesinden bazılarını kendi tarafına çekerek Halil Bey’e suikast yaptırdı. Yani Halil Bey’in biraderi ve Harput Bey’i olan İbrahim Bey Memluklulara bağlılığı sebebiyle Harput’ta bulunan biraderi Halil Bey’i katletti.(1386) Mezarı Melik Gazi Köyündeki türbesindedir. Halil Bey’in yerine kardeşlerinden Süli Bey geçti. Süli Bey ilk zamanlarda Memluklulara karşı olan Karaman ve Ramazanoğlullarıyla sonrada Memluklularla uğraştı. Memlukluların biraderi Halil’e yaptığı gibi Sultan Berkuk’un emriyle bir suikast ile Süli Bey ortadan kaldırıldı. (1397) Süli Bey Osmanlılar ve Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed ile dostluk ilişkisi kurarak Burhaneddin Ahmed’e ve henüz şehzade olan Çelebi Mehmed’e kızlarını vermiştir. Süli Bey yerine oğlu Sadaka tayin edildi. Sonra ondan vazgeçilerek Halil Bey’in oğlu Nasıruddin Mehmed getirildi. Bunlar birbirine düştüler. Memluk Sultanı Berkuk’un siyaseti de buydu. Nasıruddin Mehmed Bey Memluk devleti ile hoş geçinme siyaseti takip etti. Hatta Anadolu’ya giren Timur ordusunu Elbistan Türkmenleri ile yaptığı baskınlarla taciz eyleyerek Memluklulara bağlılığını fiilen gösterdiyse de Timur Elbistan’ı işgal Malatya ile Behisni’yi tahrir ettiğinden Nasıruddin Mehmed ister istemez Timur’a itaate mecbur oldu. Nasıruddin Mehmed 1412’de Ankara’ya gelerek Çelebi Mehmet’le görüşmüş ve aralarında dostluk kurulmuştu. Nasıruddin Mehmed iki defa Memluklularla bozuştuysa da coğrafi durumu onlarla hoş geçinmesini gerektirdiğinden muhalefeti bırakarak dostane bir şekilde yaşamaya mecbur olmuştur. Bu da amcası Süli Bey gibi Memluklularla mücadele eden Karamanoğulları ve Ramazanoğullarıyla sürekli uğraşmış ve Karamanoğullarının elindeki kayseri şehri hizmetine mükâfat olarak ona verilmiştir.
Bundan başka Karaman ve Ramazanoğullarını bir savaşta mağlup ederek Karamanoğlu Mahmut Bey’i esir almıştır. (1419) Daha sonra 1436’da Memluk Sultanı Baybars’ın düşmanı olan Canbey Sofu’yu yakaladığı halde ona teslim etmemesinden dolayı elindeki Kayseri şehri Karamanoğullarına verildi. Nasıruddin Mehmet Bey Kayseri’yi kurtarmak için burada vali olan oğlu Süleyman Bey’i Osmanlı hükümdarına göndermiş ve onların yardımıyla Kayseri yine Dulkadirlilerin eline geçmiştir. (1436) Nasıruddin Mehmet Bey bundan sonra Memluk devletine sadakatini göstermek üzere Kahire’ye kadar giderek bir süre orada kaldı. Sonra dönüşünde çok yaşlı bir kimse olarak vefat etti.(1442) Nasıruddin Bey’den sonra Dulkadir Beyliği Malatya valisi olan oğlu Süleyman Bey’e verilmiştir. Süleyman Bey babasının Osmanlılar ve Memluklular ile olan dostluğunu devam ettirdi. Kızı SİTTİ MÜKRİME hatunu 1449’da Sultan II. Murat’ın oğlu şehzade Mehmed (II. Mehmed)’e diğer kızını da Memluk sultanı Melik Zahir Çakmak’a vererek aradaki bağları kuvvetlendirdi. Süleyman Bey 1454’te vefat ederek yerine oğlu Melik Arslan Dulkadir Bey’i olduysa da Dulkadir Beyliğinde zayıflamalar başladı. Akkoyunlu Uzun Hasan Bey bunlardan Harput’u aldı. Memluklulardan yardım istemek üzere Kahire’ye giden Melik Arslan kardeşi Şah Budak tarafından ayarlanmış bir fedai tarafından namaz kılarken camide öldürüldü.(1465) Melik Arslan’ın yerine Memluk Sultanı Kayık tarafından Şah Budak Dulkadir Bey’i olarak tayin edildi. Fakat Dulkadirliler kardeşinin katili olan Şah Budak’ı istemeyerek Osmanlılara başvurdular Şah Budak Mısır’a kaçtı. (1466) Onun yerine Nasıruddin Mehmed’in oğlu Rüstem Bey Memluk Sultanı tarafından Dulkadir Beyi tayin edildi. Fakat Osmanlı hükümeti de oraya Şah Budak’ın diğer biraderi Şehsuvar Bey’i tayin etmişti. Bu nedenle Dulkadir meselesi Osmanlılarla Memluklular arasındaki dostluğun bozulmasına ve bu iki büyük devletin çarpışmasına sebep oldu. Osmanlı devleti himayesinde olan Şehsuvar Bey 1466’da Dulkadir memleketine tamamen sahip olunca Rüstem Bey açıkta kaldı. Şehsuvar Bey Memluklular ve Ramazanoğlullarına karşı başarıyla savaştı. Halep taraflarına akınlar yaptı. Fakat Emir Yeşbek kumandasıyla üzerine gönderilen Memluk ordusu 1471’de Şehsuvar’ı Antep muharebesinde mağlup etti. Zamantı Kalesine kaçan Şehsuvar Bey orada kuşatılıp teslim olduktan sonra Kahire’ye gönderilerek Sultan Kayıkbayın emriyle bab-ı zevile’de asıldı. Bu başarı üzerine Memluk Sultanı Şah budak’ı 2. defa Dulkadir Türkmen Beyliğine tayin etti. Osmanlılar da buna karşı kardeşi Alaüddevle Bozkurt Beyi seçtiler. Osmanlıların seçtiği bu yeni Dulkadir beyi kurnazca hareket ederek memluklulara güler yüz göstermek suretiyle biraderi Şah Budak’ı ortadan kaldırdıktan sonra bir müddet de Osmanlılara sadıkane hizmet etti. Kızı Ayşe Hatun’u Sultan II. Bayezid’e vererek bağlarını kuvvetlendirdi. Alaüddevle cesur bir beydi. Bir ara Diyarbakır’ı Akkoyunlulardan almış. Şah İsmail’le de bir kaç defa çarpışmış ise de başarılı olamamıştır. Osmanlılarla Memluklular arasındaki savaşlarda Herkes oğlu Ahmed ve Hadım Ali Paşaların başarılı olamamaları üzerine ve Memlukların teşviki ile Osmanlılara karşı cephe alan Alaüddevle’ye karşı o zaman hiçbir şey yapılamamıştır. İran seferi ve Çaldıran’ı takriben 1515’te üzerine veziri azam Hadım Sinan Paşa kumandasında gönderilen Osmanlı kuvvetleri kendisini Turnadağ muharebesinde mağlup ettikten sonra yakalanarak 4 oğluyla beraber katledilmiştir. Alaüddevle’nin başı hamisi olan Memluk sultanına gönderilmişti. Alaüddevle’nin ölümünden sonra Memlukların bu aile üzerindeki nüfusları sonra ererek Dulkadir memleketleri Osmanlılara geçmiş ve beyliğe de Osmanlı padişahı adına hutbe okutmak ve para bastırmak şartıyla Şehsuvar oğlu Ali Paşa tayin edilmiştir. Ali Paşa Osmanlıların Mısır seferinde ve Şam valisi Canberdi Gazali isyanında çok önemli hizmetlerde bulundu. Ali Paşa’nın son başarılarını kıskanan vezir Ferhat Paşa2nın karalamalarıyla hakkındaki güven sarsıldığından bir hile ile Elbistan’dan çıkarılarak 4 oğlu ile beraber Ferhat Paşa’nın Artıkova karargâhında katledildi.(1521) Bundan sonra Dulkadir beyliği Maraş, Malatya, Antep, Zulkadiriyye, Zümeysat sancaklarını içeren beylerbeylik olmuştur.
Dulkadiroğlularından Alaüddevle Bozkurt Bey’in Maraş, Antep, Antakya, Bahçe, Kadirli, Andırın, Elbistan, Bozok (Yozgat) ve Kırşehir’de cami, medrese, imaret, türbe ve zaviye gibi tesisleri vardır. Nasıruddin Mehmet Bey’e ait Kayseri’de Hatuniye Medresesi, Şehsuvarzade Ali Paşa’nın Kırşehir Ali Bektaş’ta Balım Sultan Türbesi, Körşahruh’un Kayseri Sivas yolu üzerinde köprüsü Dulkadiroğullarından kalmış eserlerdir. Dulkadiroğulları Memluk devletine tabi olduklarından paraları yoktur.




Trakya Üniversitesi Tarih Bölümü 1. Sınıf Ders Notlarıdır. YuSuFiSL@M tarafından sanal ortama aktarılmıştır...


Ermeniler; Pers, Makedon, Selefkit, Roma, Part, Sasani, Bizans, Arap ve Türklerin hakimiyeti altında yaşamışlardır. Ermenileri Bizans'ın zulüm idaresinden kurtaran ve onlara insanca yaşama hakkını bahşeden, Selçuklu Türkleri olmuştur. Fatih döneminde ise, Ermenilere din ve vicdan hürriyeti en üst düzeyde verilmiş, Ermeni cemaati için dini ve sosyal faaliyetlerini yönetmek üzere Ermeni Patrikliği kurulmuştur.
Tarih boyunca Romalılar, Persler ve Bizanslılar tarafından Anadolu'nun bir yerinden diğerine sürülen, savaşlara itilen ve çoğu kez üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören Ermeniler, Türklerin Anadolu'ya girişlerinden sonra; Türklüğün adil, insani, hoşgörülü, birleştirici töre ve inancından yararlanmışlardır. Bu ilişkilerin gelişme ve doruğa ulaşma çağı olan 19. Yüzyıl sonlarına kadar süren devir, "Ermenilerin altın çağı" olmuştur.
Osmanlı Devleti'nin çalışan, liyakatli, dürüst ve üretken her teb'asına sağladığı imkanlardan Gayr-i Müslimler içinde en çok faydalananlar; Ermeniler olmuştur. Askerlikten, kısmen de vergiden muaf tutulurken, ticarette, zanaatta, çiftçilikte ve idari işlerde yükselme fırsatını elde etmişler ve devlete bağlı, milletle kaynaşmış ve anlaşmış olduklarından dolayı "millet-i sadıka" olarak kabul edilmişlerdir.
İstanbul Ermeni Patrikliği'nin kuruluşu tarihte eşine zor rastlanır bir olaydır: Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sekiz yıl sonra, 1461'de Batı Anadolu'daki Ermeni episkoposluğunu, çıkardığı bir fermanla İstanbul Patrikliği'ne dönüştürmesi, Fatih'in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın, başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih'ten önce, ne de sonra görülmüştür.
"Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortamını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz." diyen günümüzün Ermeni Patriği II. Mesrob'un sözleri de bu olayın önemini doğrulmaktadır.
Nitekim, Türkçe konuşan, ayinlerini bile Türkçe yapan bu topluluktan devlet kademelerinde önemli görevlere yükselenler, Bayındırlık, Bahriye, Hariciye, Maliye, Hazine, Posta-Telgraf, Darphane Bakanlıkları, Müsteşarlıkları yapanlar ve hatta Osmanlı Devleti'nin meseleleri üzerinde Türkçe ve yabancı dillerde eserler yazanlar bile olmuştur.
Ancak Osmanlı Devleti'nin zayıflamaya başladığı dönemlerde, bazı devletlerin vaatlerine kanan Ermeniler, on binlerce Türk ve Ermeni'nin ölümüyle sonuçlanan isyan ve katliamlara başlamışlardır ve bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.

Türk Mitolojisi

Gönderen BlogMan 0 yorum


ASENA

Eski Türk mitolojisine göre dişi bir kurtdur.

Göktürk kaynaklı sözlü geleneğe göre toplu katliama uğramış Aşina (Zena veya Asen) soyundan bir bebeği bir dişi kurt kurtarır, emzirir ve korur. Bu bebeğin daha sonra Göktürk İmparatorluğu'nu kuracak olan Aşina (Zena veya Asen) so yunun atası olduğu iddia edilir.


Mitoloji ile ilgili bu madde bir taslaktır. Maddenin içeriğini geliştirerek Vikipedi'ye katkıda bulunabilirsiniz.

Erlik

Kamcı Türk Mitolojisi'nde kötülük Tanrısı. Anlamı 'güçlü'dür. Kıranları yapan tanrıdır. Kızları Kara Kızlarkuttörenleri sırasında kamları baştan çıkarıp, onların başarısız olmalarına neden olurlar. Erlik ile iletişime geçen kamlara Kara Kam denir.

Ülgen

Ülgen, Türk mitolojisinde (kamcı inanç döneminde) Türklerin iyilik tanrısıdır. Tek Tanrı inancında Göktanrı ile bir tutulmuştur. Bai Ulgan, Ulgan gibi adlarla Sibirya kavimlerince de yaratıcı tanrı olarak anılır.
Ak Kamlarönbilicilik için bu Tanrı'ya, Tanrı'nın kızları Ak Kızlar aracılığıyla başvurur. Türk Mitolojisi'ndeki karşı imgesi Erlik dir.

Ayrıca;

Kam

KamKam kelimesinin çeşitli manaları ve kullanımları vardır:
Kam; (mekanik) Mekanikte sırası ile kendisine temas eden düzenekleri harekete geçirmeye yarayan metal uzantı.
Kam; (din) Türk şamanizminde şaman.
Kam; Kham, Kamoz olarak da adlandırılan Afganistan'ın bir bölgesi.
Kâm; Farsça kökenli "dilek", "zevk", "mutluluk", "tat" gibi manalara gelen kelime, isim.
Kam; (osmanlıca) Eski dilde "zaman", "devre", "yüzyıl" gibi manalara gelen kelime, isim.
Tengri

"Tengri" kadim Türk lehçelerinde ortak olarak "Allah" anlamında kullanılan kelimenin Türkiye Türkçesinde "Tanrı" sözüne evrilmiş öncülüdür.
Divân-ı Lügati’t-Türk’ün son olarak Kabalcı Yayınevi tarafından yapılan güncelleştirilmiş baskısında Tengri kelimesi “Tengri: Allah azze ve celle” karşılığı ile hiçbir şüphe olmaksızın verilmektedir.
Antropolojik veriler ve bu verilere istinaden yapılan etnografik çalışmalar eski çağlardan bu yana, “Tengri” kelimesi ve benzerlerinin Türkler arasında “ilahi düzen ve bu düzeni yaratıp, sürdüren “ulu bir güç kaynağı” anlamında kullanıldığını göstermiştir. Türklerin “Tengri” anlayışı, hiçbir şey yaratabilemeyen ve zaten kendileri de -önce kavram olarak sonrasında da somut nesneler olarak- yaratılmış olan putlara benzer bir karşılığa sahip olmamıştır.
Yakut dilinde Tangara; Kuman dilinde Tengre; Karaim dilinde Tangrı; Çuvaş Türkçesinde Tura; Hakas dilinde Tigir; Tuva dilinde Deyri; Kırgız-Kazak Türkçesinde Tengri;Tatar dilinde Tengre; Karaçay-Malkar Türkçesinde Teyri; Azerbaycan Türkçesinde Tarı/Tanrı; Türkiye Türkçesinde Tanrı olarak kullanılması bile bu kelimelerin ifade ettiği kavramın Türk halkları arasındaki ortak kullanımının işaretidir.
İslami terminolojideki Allah kavramının karşılığı olarak Tengri; ilk ve ilahi başlangıcı bildirir, alemdeki her şey O’na bağlıdır ve bir şekilde O’ndan bir eser taşır. Algılanan alemin suları-denizleri; dağları-taşları, ağaçları-kuşları kendi özgün niteliklerinden varılabilecek “Tengri” işlevlerinin görüntüleridir. (TasavvuftakiTevhid-i Efal; Tevhid-i Sıfat - Tevhid-i Zat basamakları da buna benzer bir anlamı içerir. ) “Tengri” kavramına karşı çıkanların dayanağı olan halk inanışları, ancak buradaki inceliği ayırd edemeyen insanlar arasında yayılan “yanlış uygulama” ve “hurafe”lerin tenkidi anlamında bir anlam taşımaktadır.
Kaşgarlı Mahmud 1074 yılında yazımının tamamladığı kabul edilen eserinde Tengri kelimesinin anlamını verirken şu önemli tesbiti de yapmaktadır: “Kafirler –Allah’ın gazabı üzerlerine olsun-göğe “tengri” derler, aynı zamanda azametli gördükleri her şeyi, örneğin bir dağı ya da bir ağacı da “tengri” olarak adlandırır ve önünde secde ederler. Bunların sapkınlıklarından kaçarak Allah’a sığınırız.”
Görüldüğü gibi Kaşgarlı Mahmud da Tengri kelimesinin kullanımında hiçbir sakınca görmezken bu kelimeyi kullananların düştükleri şirk -ve hatta küfür- hatasını savunma gibi bir yanlıştan sakınmaktadır. Bu tenzihi tavrın bilincinde olan bir insanın Allah –azze ve celle- manasına Tengri kelimesini kullanmakla “din dışına çıkma” tehlikesi olabilir mi? Burada da şu ebedi ve nebevi gerçek hatırlanmalıdır: “Ameller niyetlere göredir.”
Ünlü Arab gezgin İbn Fadlan’ın naklettiğine göre o sıralarda İslam’a henüz girmiş olan Oğuz Türkleri herhangi bir zorluk ile karşılaştıklarında bakışlarını gökyüzüne yöneltip “Bir Tengri” derlermiş. Başta Kaşgarlı Mahmud olmak üzere İslami dönemin tüm yazarları Allah kasdıyla “Tengri” ismini kullandıkları gibi bütün kaynaklarda her işe; söze kutlu bir nitelik kazandırmak kasdıyla ilk önce “Ulu Tengri’nin adı” anıldıktan sonra başlanması gerektiğini bildirmişlerdir.
Türk tasavvuf tarihinin öncü ismi Ahmed Yesevi de Divan-ı Hikmet adı ile biraraya getirilen "hikmet" adlı şiirlerinin 12'sinde bu kelimeyi asli şekliyle " Tengri" olarak kullanmaktadır.
Anadolu tasavvufunun en önemli isimilerinden Yunus Emre ( XIII.yy.) ve Niyazi Mısri de şiirlerinde "Tengri" anlamındaki "Tanrı" ve eşdeğeri olarak "Çalab" kelimesini kullanmışlardır.

Linkwithin

Related Posts with Thumbnails

Tarih Sayfalarında Konu Paylaşılmıştır...

Etiketler

12 Eylül Abide Şahsiyetler Adnan Menderes AkŞemseddin Alp Arslan Antlaşmalar Ashab-ı Kiram Asr-ı Saadet Atatürk Atatürk Yazı Atatürk'ün Konuşmaları Barbaros Hayreddin Paşa Burak Reis Cahiliye Dönemi Cezzar Ahmet Paşa Cumhuriyet Tarihi Cumhuriyet Yönetimi Çanakkale Savaşı Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Dumlupınar Edebiyat Ermeni Meselesi Ertuğrul Gazi Ficar Savaşları Fil Vakası Gazi Osman Paşa Haritalar Hasan Tahsin Haşimiler Hicaz Demiryolu Hocali Katliami Hz Ömer R.a Hz Peygamberimiz s.a.v I. Kılıç Arslan İslam Tarihi İstanbulun Fethi İstiklal Savaşı Kanuni Sultan Süleyman Kaptan-ı Deryalar Karapapak Mihrali Bey Kaymakam Kemal Bey Kaynakçalar Kıssadan Hisse Kurtuluş Savaşı Kuyucu Murat Paşa Malkoçoğulları Mehmet Akif Ersoy Mehter Melikşah Milli Cemiyetler Milli Mücadele Nizamname Orhan Gazi Osmalıda Sosyal Müesseseler Osman Gazi Osmanlı Alimleri Osmanlı Kaynakça Osmanlı Kronolojisi Osmanlı Paşaları Osmanlı Şeceresi Osmanlı Tarihi Osmanlıda Bilim ve Sanat Osmanlıda Kurumlar Osmanlıdaki Akıncılar Osmanli Osmanli Sultanlari Piri Reis Röportaj Sahabe-i Kiram Sarıkamış Savaşlar ve Cepheler Slayt Sultan Abdülaziz Sultan Abdülmecid Sultan I. Abdülhamid Sultan I. Ahmed Sultan I. İbrahim Sultan I. Mahmud Sultan I. Mehmed Çelebi Sultan I. Murad Sultan I. Mustafa Sultan II. Abdülhamid Sultan II. Ahmet Sultan II. Bayezid Sultan II. Mahmud Sultan II. Murad Sultan II. Mustafa Sultan II. Osman (Genç Osman) Sultan II. Selim Sultan II. Süleyman Sultan II.Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) Sultan III. Ahmed Sultan III. Mehmed Sultan III. Murad Sultan III. Mustafa Sultan III. Osman Sultan III. Selim Sultan IV. Mehmed Sultan IV. Murat Sultan IV. Mustafa Sultan V. Mehmed Reşat Sultan V. Murad Sultan Vahideddin Şehit Tarhuncu Sarı Ahmed Paşa Tuğrul Bey Türk Türk Beyleri Türk Beylikleri Türk Devletleri Türk Sultanları Türk Tarihi Uzun Hasan Vezir Yavuz Sultan Selim Yedi Sekiz Hasan Paşa Yıldırım Beyazıd

Archive

Bu blogda yazılan her yeni yazıdan gününde haberdar olmak ister misin?
Cevabın evet ise sana e-posta aboneliğini önerebilirim. Böylece her yeni yazı için posta kutunuza mail düşecektir.

E-posta adresinizi yazın:

Tarih Sayfaların'da yayınlanacak yeni yazılar e-mail adresinize gelsin.

Post Link

İzleyiciler